Dünya çok hızlı. Bu hızı umursamayıp olduğu yerde kalan ve cepleri samimiyet dolu olanlardan ibaretiz. Etrafındakileri sadece bakmayıp görenler için bir yerlerdeyiz.

2013/05/30

"Çok sevme"




  Geceleyin turlarken Çukurcuma'da bir sitemkar ses. Yanımdakilere aldırış etmeden gittiğimde çakmağını yere düşürmüş ve karanlıkta bulamayan kadınla karşılaştım. Tabii çakmağı aradığını anlamam biraz vakit aldı. Yerdeki çakmağı ona uzattığımda bir hışımla aldı ve "Ellerinin yaşlandığında titrememesi için dua et!" dedi. 
   Aldırış etmeden karşısında oturdum ve "İçmeseniz olmaz mı?" dedim. İki dakika kadar sigarasını içerken bana baktı ve "Sana soracak değilim!" dedi. Neden bana kızgındı ne için böyle asabiydi bilmiyorum. Yalnız kalmak için can atıyordu ve orada olmam onu çok rahatsız etmişti. Daha fazla eziyet etmek istemediğim için kalktım, fotoğrafını çektim sesini çıkarmadı. "İyi akşamlar madam" dediğim de "Sana da evlat, ama bil ki sen kimseyi çok sevme" dedi, ilk kez sesi yumuşak çıktı. Yüz buldum diye yanaşmak istemedim kafamı sallayıp arkadaşlarımın yanına döndüm. Parmağındaki yüzük aklıma geldiğinde çok sevme bu öğüt çok ilginç geldi...

2013/05/27

Ergun





FOTOĞRAF YENİLENECEK.



   Beyoğlu Lamelif Sahaf dükkanında yapılan teps, mezatta karşılaşıyoruz Ergun Abi ile. Arka tarafta bir sandalyeye yayılmış kafasına devrimci şapkasını geçirip mezatın başlamasını bekliyor.
   Mezata katılanların en yaşlısı sayılır. Ama bakmayın siz yaşlı dediğime mezat başladığında her ürün tanıtılırken ayağa fırlar ürünü daha iyi görüp açık arttırmaya katılmak için. Hop oturup hop kalkarak başlıyor beğendiği ürünleri tek tek toplamaya.

   Daha sonra mezata getirdiği kitapları görücüye çıkarıyor ancak kitaplarına pek kimse talip olmuyor ve geri dönüyor çıktığı bavula. Ergun Abi'yi müzemize konuk etmek için birkaç fotoğrafını çekelim diyoruz ama bizi fark ediyor önce kızgın bakışını sonra ardından azarını yiyoruz.
   Her ne kadar kendisini çektiğimiz için bize kızsa da biz onu sevdik yine de...

2013/05/22

Renkli Kumaş

   
    Dükkan sahibi entel görünümlü kadın ona daha renkli eski kıyafetler getirirse daha fazla para vereceğini söylüyordu ama kadının gözleri sokakta ip atlayan kızlardaydı. Sigarası bitmiş. Dalgın dalgın boş paketi attı yere, dükkan sahibi kadından ağzını hafif yayarak bir dal istedi. Yandan çocuklara bakıyor ve içinden homurdanıyordu belki de kumaştan bi'haber kadına saydırıyordu, kim bilir... 
 Arkasındaki etek, kafasındaki yemeni etrafındaki kumaşlar öylesine göz alıcı duruyordu ki kadın kaybolmuş gibiydi. Ona bakarken kumaşların arasına saklanmış mutsuzluğu arayıp zar zor bulmuş gibi hissediyordum. Fotoğrafını çektiğimi görünce kaşlarını çattı ve bohçasını alıp gitti. Biliyorum ki daha fazla renkli kumaş bulmalıydı. Kendi kültürünün şimdi para etmesi gerekti karın tokluğuna.

2013/05/17

İki Dil, Bir Hayat



     Kentsel dönüşüm yıkmadan geziyoruz Tarlabaşı'nı. Bu teyzenin ismini bilmiyoruz çünkü kendisi Türkçe bilmiyor. Dilimiz uyuşmasa da anlıyoruz ki beden diliyle bize hayat hikayesini ve yaşadığı sıkıntıları anlatıyor. Dil, ırk, ten ya da inanç her şeyin ötesinde bir ortak paydayı görüyoruz bu teyzede, acıyı...
Bakmaktan gözlerimizi alamadığımız teyze cebinden tütün tabakasını çıkararak kendine bir sigara sarıyor özenle. İlerleyen yaşına rağmen daha dün gelin olmuş gibi elleri kınalı. Her ne kadar ismini ve hikayesini bilmesek de fotoğraf bize onun hayatını sunuyor.

2013/05/12

Seyyar Satıcı


Adalar'a doğru yol alırken, vapurların kadrolu müşterisi sayılan seyyar satıcı abimiz gür sesiyle "Beyler bayanlar!" diyerek başlıyor kendi hikayesini ve ürününü ballandırarak anlatmaya. Gür sesiyle "Adalar'a sık sık yolculuk edenler beni bilir. Ben 17 yıldır İstanbul vapurlarında satış yapıyorum. son 5-6 yıldır da şu an elimde olan ürünü satıyorum" diyerek elindeki sebze meyve soyacağı ile hünerlerini sergilemeye başlıyor.
Sebzelere adeta bir sanatçı ustalığıyla şekiller veriyor. Utanmasak "Bir kere de bizim için soy" diyeceğiz. Vapurdaki Japon turistler aynı şekilde sebze soymayı deniyorlar. Ama bu ilkel teknoloji tabi nereden çaksın işin inceliğini.
Sebze soymada usta abimiz kısa günün kârını toparlayıp başka seferlere ardına bakmadan gitti.

Küçük Kitap Satıcısı


   Usta kalem Sait Faik Abasıyanık'ın Burgazada'daki evinin görmek için çok güzel bir gündü. Sahil boyunca ilerlerken önüme kitap kurdu benzetmesine somut temsili arkadaşımız karşımıza çıkıyor, adı Fırat.
   Kitaplar o kadar eski ki rüzgar estiğinde kitapların saman kokulu sayfaları kendilerini bırakıp uçuyor. Koliyi karıştırırken Platon'un Devlet'inin birinci cildini sorduğum da "Onun sayfaları yırtılınca attım" diyor sırıtarak.

   Eğilmiş kolinin içindeki kitapları karıştırırken, Fırat "Amerikanca okuyabiliyor musunuz? Onlardan vereyim" sorusuyla yüzüme bir tebessüm kondu. Türk filmlerinden fırlamış gibiydi. Sait Faik'in evinin yerini sorduğum da "Tezgah olmasa yolu tarif etmek için sizi oraya götürürdüm" diyor. Cömert dostumuzu işinden fazla alıkoymadan adresi alıp gittim. Samimiyet güzel şey...

2013/05/10

Enkaz Altında Kalan Yaşantılar


   Tarlabaşı'nın arka sokaklarını kentsel dönüşüm denilen acı yıkımdan önce ara sokaklarını dolaştığım bir gün. Burası sabıkalı insanların ve tehlikelerin olduğu sokaklar olarak bilinir. Sadece ön yargı...
Roman bir aileye rastlıyoruz. Evlerinin yıkılacak olmasını dert yanıyor. İçeriden heyecanla bir fotoğraf getiriyor baba olan ve "Bizim büyüklerimiz bunlar ama hepsi hayatlarını kaybetti" diyerek Roman kültürünün zamanla yok olduğunu anlatıyor. Arada gülümseyip saçını düzeltiyor. 

   Evin annesi hayatta olmadığından bebeğe, fotoğraftaki küçük kız çocuğu annelik ediyor. Daha bu çocuk yaşında hayat omuzlarına ağır yük yüklemiş. Bu insanlar yine ötekileştirilmiş bu yüzden aile bağlarını ve kültürlerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Buruk bir şekilde ayrılıyoruz abi bize el sallarken...

2013/05/01

Salepçi Dayı




   Serin bir bahar günü İstanbul'un ara sokaklarında dolaşırken  Nuruosmaniye Camisi'nin avlusunda salep satan dayıya gözümüz ilişiyor. Kışın soğuğunda içmek için tercih edilen salebe  havaların ısınmasıyla yavaş yavaş talepte azalır. Ancak ismini öğrenemediğimiz dayı Nisan'ın serin rüzgarlarının insanları üşüttüğü bu son günleri değerlendirmek için kurmuş tezgahını caminin avlusuna.
   Ufacık ekmek teknesini nedendir bilinmez ama poşetlerle süslemiş, bir gelinliği andırıyor değil mi? Salepçi işi biliyor,  arabayı ortaya çekti gelenin geçenin dikkatini çekmeyi başardı. Özellikle turistlerin meraklı bakışları arasında salep satan dayının yanına iki Japon turist geldi ve İngilizce konuşarak bir salep istedi. Salepçinin İngilizce bilmediği o an anlaşıldı. Japon turistler bir tane salep istemişti ama o iki bardağı ağzına kadar doldurup uzattı. Diğer salebin çöpe gideceğini anlayınca da yandaki kıza ikram ediverdi.
   Serin bahar döneminin son günlerini değerlendirerek salep satmaya çalışan bu dayı havaların ısınmasıyla başka bir iş yapacak büyük ihtimalle. Belki ilerde tekrar İstanbul sokaklarında salepçi dayıya başka bir şey satarken rastlayabiliriz.