Dünya çok hızlı. Bu hızı umursamayıp olduğu yerde kalan ve cepleri samimiyet dolu olanlardan ibaretiz. Etrafındakileri sadece bakmayıp görenler için bir yerlerdeyiz.

2014/12/12

Cihangir'in teyzesi



Cihangir'in ara sokaklarında kaç tane Osmanlı çeşmesi var bilseniz! Bu çeşmelerin izine düşmüş ve ilişkin bir mimari yapı ararken "Pişt" dedi biri. İlk önce arkamda el arabasında seyyar plak satan adamın seslendiğini sandım. Birbirimize boş gözlerle bakarken bir kez daha duydum, "Pişşt"...
Bir apartmanın merdivenlerinde oturuyordu teyze. Onun fotoğraflarını hep görürdüm internette. Yanına gittim, hiç konuşmadı. Bir ara gülümser gibi oldu ama çantasından şiş ve yün çıkarıp işine daldı. "Biliyor musunuz, burada bir sürü çeşme var. Amma bakımsız bırakmışlar" dedim, dönüp ifadesiz bir şekilde bakınca onu rahatsız ettiğimi düşündüm. "O halde ben gideyim" dedim, kesik kahkaha attı.
Bir de fotoğraf makinemi çıkarınca bana bu pozu verdi. Neydi bu? Git demek mi yoksa bir yön gösterme miydi? Cihangir'de hava güzelse onu görme ihtimaliniz oldukça yüksek...

2014/07/31

Yaylada samimiyet



Yaylaya çıkmak için Osman abinin otobüsüne bindik. Bilenler vardır, yaylanın eteklerinden aşağı bakınca doğanın ne kadar büyük olduğunu ve insanlığın ne kadar küçük olduğunu anlaşılıyor. Öyle ki yükseklik korkusu olanlar yaylaya kolay kolay da çıkamaz. Osman abi benim korktuğumu görünce "Şehir çocuğidur n'olacak, tabi korkuyor" diyor. Bunu söylerken önüne bakmaması beni daha da ürkütse de kahkahayı patlatınca ben de istemsiz olarak gülüyordum. 15 yıldır turistleri yaylalara çıkarıyor Osman, bu iş sayesinde arabasını yenilemiş hatta ev almış. "Buralarda benum gibusunu zor bulursunuz ha" diyor araçtan inerken...
Hatice'nin yayla evi tam da hayal ettiğimiz gibi. Bakraçların altındaki sedire oturur oturmaz çay ikram etti.
Sadece yazları yayla evine geliyormuş. "Geçen gün burada bir çanta dolusu para bulduk jandarmaya götürdük, sahibi bir teşekkür etmedi. Parasını istedik sanki. Bizim hayatımız üç kuruşla da olsa dönüyor, memnunuz" diyor aksansız. İçten içe heveslenmedik değil yaylada kalmaya ama kalabalıktık. Hatice'nin anlatacağı çok hikaye var, belli. Tam sohbet ortasında inekleri otlamaktan geldi. İneklerden birinin adı Kara Kız diğerinin adı Müjgan. Bize ikram ettiği ballı süttü de Müjgan'dan sağmış. Yayladan ayrılırken de herkese sıkıca sarıldı. Doğa içindeki insanların samimiyeti hem mutlu ediyor, hem de düşündürüyor.


Zeyno



Karadeniz turuna Karester Yaylası'nda devam etme kararı aldık. Yayladaki esen rüzgar değil yürümeyi, ayakta durmayı bile zor kılıyor ama biz de buranın havasını tatmaya geldik şehir çocukları olarak. Tam bunun sohbetini yaparken beş altı yaşındaki Zeyno hiç rüzgar yokmuş gibi koştu peşimizden. Süt dişleri inci gibi, yanakları al, dudakları minicik, gözleri yayladaki kuzular gibi boncuk...

Soluk soluğa misafir olduğumuz yayla evine geldi, peşinden de ninesi. Bir sandalyeye oturdu, çarıklı ayakları yere değmiyor. Güneş gelen gözlerini kırpıştırırken ılık ballı süt ikram edildi. Sorularımıza sadece başını sallayarak yanıt verirken, ineğini zapt etmeye çalışan ninesi "Zeynoo, hadi kalk!" diyor. İşte ilk kez o zaman duyduk kuzunun sesini: "Südümü bitireyim nene, geliyirum." 
Sessizce izledik onu. Sütü biter bitmez, dudağındaki bıyığıyla bize gülüp el salladı. Tahta sandalyeden atlayıp nenesinin peşinden koştu. Gözden kaybolana kadar el sallamayı da ihmal etmedi kuzu Zeyno.

2014/01/07

Dingin Amca



İstanbul'un telaşından nasibini alan semt Eminönü'nde sakince oturan bir amca dikkatimi çekiyor. Karşısında bir fırın var. Fırından çıkan orta yaşlı kadın çantasından aceleyle eski bir saat çıkarıyor. Yılların eskittiği ellerini uzattı, kadın beklemek istemiyordu ama o da acele etmek istemiyordu. Selam verenleri es geçmemek için de bir gözü saatte bir gözü hanın girişinde.
Elimde makineyi görünce "istemem" diyor birden. Saati teslim ederken yine de beni kırmıyor, poz veriyor. Tanıyanı çok, demek ki uzun yıllardır burada diye düşünüyorum. Nasıl oluyor da bu denli sessiz ve sakin olabilir bu telaş içinde? Gülümsüyor, iki kelam edecek vaktimiz yok ama İnsan Müzesi'nde yerini o an alıyor. 

2013/10/24

Faruk Amca




Kadıköy'e gitmek için Karaköy'den vapura biniyorum. Denizi seyretmek için oturuyorum cam kenarına ve bence vapur yolculuk için değil de denizle iç içe olalım diye var. Bunları düşünürken karşımda oturan amcanın serzenişlerini duyuyorum. Adı Faruk. Kısık bir sesle "Cık cık! Kafa gitti pasajda yolu karıştırdım yanlış yerden çıktım" diyor sürekli kendine..

   Bir yandan söyleniyor, diğer yandan da çayını yudumlayıp çikolatalı kekini yiyor. Meraklı bakışlarım arasında bir ara kalkıp eline vapurun süpürge ve faraşını aldı, kek yerken döktüğü kırıntıları süpürüyor. Bana dönüp "Biri görmez basar kırıntılara günahtır" diyor gülümseyerek.


   Uzun süredir bu vapur hattını kullanıyor olacak ki vapur görevlileri ile sohbeti bir hayli ilerletmiş. Vapur Kadıköy'e yanaşınca kalkıyor usulca tanıştığımız için memnuniyetimizi dile getiriyoruz birbirimize gülümseyerek.

2013/10/16

Güzel Kadın



Endişeli bakışlar atıyor sokaklara. İnsanlara bakıyor. Odaklandığı noktaya gitmeden önce güneş gözlüğünü başından indirip takıyor. Endişesini hemen unutturan kendinden emin bakışlarla bir ara sokağa giriyor. Çantası küçük, aradığını bulmakta yine de zorlandığında alt dudağını ısırarak devam ediyor aramaya. Peçete bulduğunda yeni oldukları fiyakalı parlayışlarından belli ayakkabısına bakıyor. Çamuru silmeden önce eteğini çekiştirip tedirgince ayakkabısını siliyor. Sağa sola kendini kollarcasına bakışlar atıyor.
Kafasını kaldırdığında göz göze geliyoruz. Peçeteyi fırlatıp tek kaşını kaldırıyor. Hiç düşünmeden arkasını dönüp gidiyor.

2013/10/03

Kübalı Şarkıcı


Kıştan tam kurtulduk derken yaz sonuna gelmiştik sanki. Vedalar sevilmez ama yaza veda partisine gitmemek hiç olmaz. Denize doya doya girmek, güneşle kucaklaşmak, göç eden kuşların arkasından bakmak ve samba yapmak. Samba işin şiirselliğini bozsa da o gün plaja giden herkese olduğu gibi biz de şaşkınlıktan yaza veda edemiyorduk. Kübalı olduğunu öğrendiğim kadının sesi öyle güzel ki herkes oturmuş onu dinliyor ve denizin yüzüne bakmıyor.
Arkada gitar çalan kocası. Bir de denizden çıkmayan ufak çocukları var. Şarkıcı kadın yöresine ait istek parçaları gülümseyerek kabul ediyor. Denize giren şarkıyı duyunca çıkıyor. Yazla vedalaşmak hüzünlü olmamış pek hızla ve acısız geçmişti.
Fotoğrafını çektiğimde bir teşekkür olarak içecek bir şeyler ısmarladığında mutlu olmuştum. Samimiyetin dili, dini, ırkı yok demediysek tam sırası.

2013/09/16

Zekeriya


Taksim'de bir ses "Metroya giden var mı, beni de götürsün." Girdik koluna. Sesi Cosby'i seslendiren Sezai Aydın ile hemen hemen aynı. Gözleri görmediği için bize tuhaf gelen hareketler yapıyor. Ama tuhaf karşılanmak için insanların ötekileyen bakışının farkında olmak gerek. Ne mutlu ki bunu bilmiyor. Oldukça saygılı tavırlarından dolayı gözlerimi ondan alamıyorum. Sürekli seyretmek ve konuşmasını dinlemek istiyorum. Koluna girenin bir kadın olduğunu anladığı anda gömleğinin eteklerini topladı. 
Taksim'de geziyormuş, gezmeyi sevdiğini söylüyor. Zaten Ümraniye'den buralara gelmesinin nedeni başka türlü açıklanamaz. Gözleri görmeyen diğer arkadaşları hakkında konuşuyor. Birbirlerini bulabiliyor olması beni şaşırtıyor. Yanında cahil gibi hissediyorum. Bir otelde ses kayıt cihazını çalmışlar adamcağızın. Vicdan bazılarına bantla yapıştırılmış bir paket.
Konuşmasında bitirim bir hava var. Biri sokuluyor "Bu sopa elektronik minasıl anlıyorsunuz yolu?" diyor. "Bildiğin tahta birader bizde o para ne gezer?" diye başladığı sohbetin devamında engelli vatandaşların bir yeterlilik sınavı olduğunu ve buna bağlı olarak devlet dairelerinde çalışabildiğini anlattı. Kazanamamış.
Gözlerim o gidene dek onun üzerindeydi. Keşke yine görsem, hiç unutulmayacak.
-
Not 31 Temmuz 2014:
Zekeriya'yı yine görsem demiştim, sınavları kazanamayınca Beyoğlu Tünel'de bir ayakkabı kutusu koyup beklemeye başladı Beyoğlu Tünel'de. 

2013/09/12

Şener ve Wolverine


Festivalde tişört boyamak için bir aktivite alanı yapılmış ve isteyen fotoğrafını çektirebiliyor. İkisi de konuşmalarından anladığım kadarıyla makine mühendisi. Tişört boyamak kesinlikle onların işi değil, ama aralarındaki iletişim haykırmanıza sebep olur. 
Tişört işinde yeteneksiz olduğunu anlayan ikili kendini boyayarak çok doğru seçim yaptılar. Sağdaki Wolverine adını verdiğim filmi yakın zamanda izlediği için sürekli ondan söz ediyor ve Şener'e kalk gidelim diyor. Yaptığı tişörtte yaralı bir kalp vardı.
Şener daha ılıman ve konuşkan. Tişörtüne yapmak istediği İlluminati idi ama beş yaşındaki bir çocuğun yaptığı uzay aracına benzedi. Olsun varsın biz onu da öyle sevdik. Sürekli bakış açısı meselesi diyerek kendini Picasso sanan dostumuzun gülüşü ve ses tonu akılda kalıcı. Eğlenceli tipler. İğneye iplik geçirmeleri 15 dakika sürünce hırçın bir mandaya dönebiliyorlar ama tanısanız çok seversiniz.
Biz sevdik.

Kitap İçinde Yüzük


2013 İstanbul Üniversitesi vize döneminde merkez kütüphanede oturacak yer yok. Velev ki  oturacak yer buldunuz, akşama kadar oraya yapışıyorsunuz. Söz ettiğim durumda günlerden bir gün kütüphanede kışın vesile olduğu kaba öksürükler dışında ses çıkmıyor. Herkes pürdikkat önünde yazılanlara bakıyor ya da sağa solu kesiyor.
Kulakları tırmalayan bir sandalye sesiyle herkes kütüphanenin balkon katına bakıyor. Masada iki çift. Kız o kadar afallamıştı ki elini sürekli ağzına götürüp sağa sola bakıyor. Çocuk kendinden emin bir şekilde cebindeki yüzüğü ömrünü adayabileceğine inandığı kıza uzatıp yüksek sesle "Benimle evlenir misin?" diyor.
Kız cevap vermeden bütün öğrenciler alkış kıyamet...
Mutlu olmuşlardır umarız. Başkalarının mutluluğuna misafir olmak büyük bir zevk.

Sokaklar bizimdir.